17 Ekim 2024 Perşembe

Tüketici Kredisi - Mirasçılara Karşı Açılan Dava - Kredi Sözleşmesinin Sigorta Ettirilmesi - Görevli Mahkeme

ÖZET:
  • Davacı bankanın alacaklı olduğu davalının murisinin çektiği kredi borcunun ödenmemesi nedeniyle mirasçılara karşı başlatılan icra takibine itiraz edilmesi üzerine açılan itirazın iptali davası olup uyuşmazlığın kaynağı davalı murisin davacı bankadan çekmiş olduğu ihtiyaç kredisi borcundan kaynaklı takibe yapılan itirazın iptali davası olduğundan, bu kredi sözleşmesinin sigorta ettirilmesinin görevli mahkemeyi değiştirmeyeceği, ayrıca murisin herhangi bir esnaf odası veya ticaret sicil kaydının da bulunmadığı anlaşıldığından uyuşmazlığın Kayseri Tüketici Mahkemesince çözümlenmesi gerekmektedir.

KAYSERİ BAM
1. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2024/1788
Karar : 2024/1300
Tarih : 18.09.2024

TARAFLARIN İDDİA VE SAVUNMALARININ ÖZETİ:

Davacı vekili tarafından mahkememize verilen dava dilekçesinde özetle; müvekkili banka ile ... arasında Kredi Sözleşmesi imzalandığını, borçlunun borcunu ödememesi üzerine Kayseri Banka Alacakları İcra Dairesinin... Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlattıklarını, davalıların takibe haksız olarak itiraz ederek takibi durdurduğundan bahisle, davanın kabulü ile itirazın iptaline, takibin kaldığı yerden devamına, %20'den aşağı olmamak üzere icra inkar tazminatına, yargılama giderleri ve vekalet ücretinin davalıya yükletilmesine karar verilmesi dava ve talep edilmiştir.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ:

Kayseri 1. Tüketici Mahkemesince; "Tüm dosya kapsamına göre; davacı Banka ile ... arasında Kredi Sözleşmesi imzalandığı, ...'ın vefatından sonra ödeme yapılmadığı için davacı banka tarafından Kayseri Banka Alacakları İcra Dairesinin ... Esas sayılı dosyası ile icra takibi başlatıldığı, davalıların takibe itiraz ederek takibi durdurduğu görülmüştür. Mahkememizce yapılan incelemede taraflar arasında kullanılan krediye ilişkin Uzun Süreli Esnaf Hayat Sigortası Poliçesi düzenlendiği, muris ...'ın esnaf vasfını taşıdığı taraflardan herhangi birinin tüketici sıfatını taşımadığı, 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanunun uygulanmasıyla ilgili tanımlar yapılıp, bu arada "alışverişe konu olan taşınır eşyayı..." mal, "bir mal veya hizmeti ticari veya mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiyi" tüketici, "kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere, ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya tüzel kişileri" satıcı olarak tanımlamıştır. Aynı yasanın 73. maddesinin 1. fıkrasında ise, "Bu kanunun uygulanmasıyla ilgili çıkacak her türlü ihtilaflara tüketici mahkemelerinde bakılır" hükmüyle, kanunun uygulanmasından doğacak ihtilaflara bakacak görevli mahkeme belirtilmiştir. 6102 sayılı Türk Ticaret Kanunu'nun 6335 sayılı Kanun ile değişik 4. maddesinde ticari davaların; mutlak ticari davalar ve nispi ticari davalar olarak iki gruba ayrıldığı anlaşılmaktadır. Mutlak ticari davalar, tarafların sıfatına veya bir ticari işletme ile ilgili olup olmamasına bakılmaksızın kanun gereği ticari sayılan davalar olup TTK’nin 4/1. maddesinin b, c, d, e, f fıkralarında ve özel kanunlarda düzenlenmiştir. Nispi ticari davalar ise, tarafların tacir sıfatına haiz olduğu ve her iki tarafın da ticari işletmesiyle ilgili uyuşmazlıklardan doğan davalardır. Bir başka ifade ile, bu davalar ya bir ticari işletmeyi ilgilendirmeli ya da iki taraf için de ticari sayılan hususlardan doğmaları halinde ticari dava olarak nitelendirilebilirler. Gerek mutlak ve gerekse nispi ticari davaların Asliye Ticaret Mahkemelerinde görüleceği açıktır. Yukarıda değinilen hususlar çerçevesinde somut olaya bakıldığında; krediye ilişkin Uzun Süreli Esnaf Hayat Sigortası Poliçesinden kaynaklandığı, eldeki davanın bu anlamda ticari dava olarak nitelendirilebilecek davalardan olduğu bu durumda davaya bakma görevinin Asliye Ticaret Mahkemesinde olduğu açıktır. Bu nedenlerle davanın Nöbetçi Asliye Ticaret Mahkemesinde görülmesi gerekir. HMK'nın 1. maddesine göre "Mahkemelerin görevi, ancak kanunla düzenlenir. Göreve ilişkin kurallar kamu düzenindendir." HMK'nun 114/1-c maddesine göre davanın görevli mahkemede açılması dava şartlarındandır. HMK'nun 115/1. Maddesine göre "Mahkeme, dava şartlarının mevcut olup olmadığını, davanın her aşamasında kendiliğinden araştırır. Taraflar da dava şartları noksanlığını her zaman ileri sürebilirler." HMK.'nun 115/2. Maddesine göre "Mahkeme, dava şartı noksanlığını tespit ederse davanın usulden reddine karar verir." Açıklanan bu gerekçeye göre, davanın esasına girilmeyerek, davanın görev yönünden reddine karar verilmiştir.

HMK.'nun 331/2. Maddesi gereğince yargılama giderlerinin esas hakkında karar verecek mahkemece değerlendirilmesine karar verilmiştir." gerekçesiyle Kayseri Asliye Ticaret Mahkemesinin görevli olduğuna ilişkin karar verilmiştir.

Kayseri 2. Asliye Ticaret Mahkemesince; "Bu tespit ve yasal çerçeve içerisinde tüm dosya kapsamına göre; dava konusu somut olayda davacı banka ile davalıların mirasçısı olduğu miras bırakan ... arasında 03/03/2020 tarihli ihtiyaç kredisi sözleşmesi imzalandığı, sözleşme kapsamında adı geçen miras bırakana ihtiyaç kredisi kullandırıldığı, kredinin geri ödenmemesi üzerine icra takibi başlatıldığı, davalı mirasçılardan kredi borcunun tahsili talebinde bulunulduğu anlaşılmış ise de; davalıların miras bırakanı...'ın esnaf veya tacir olmadığı gibi mesleki bir amaçla da kredi kullanmadığı ve dolayışıyla 6502 sayılı kanunun 3/k maddesinde belirtilen tüketici olduğu ve taraflar arasındaki işlemin de tüketici işlemi olduğundan, görevli mahkeme bu hale göre Tüketici Mahkemesidir. Yargıtay 20.Hukuk Dairesi'nin 26/06/2015 tarih 2015/8310 esas 2015/6525 karar sayılı karar da bu yöndedir.

Her ne kadar Kayseri 1. Tüketici Mahkemesince davalıların miras bırakanı ile dava dışı sigorta şirketi arasında uzun süreli esnaf hayat sigorta poliçesi bulunduğu, miras bırakanın esnaf olduğu gerekçesi ile görevsizlik kararı verilmiş ise de bir hukuki işlemin 6502 sayılı yasa kapsamında kaldığının kabul edilmesi için yasanın amacı içerisinde, kanunda tanımları verilen taraflar arasında mal ve hizmet satışına ilişkin bir hukuki işlemin olması gerekir, yani tüketici mahkemesinin görevi belirlenirken tarafların sıfatına bakılması gerekmektedir, taraflar arasındaki uyuşmazlık sigorta poliçesinden kaynaklanmadığı gibi temin edilen sigorta poliçesinde dahi miras bırakan için "emekli" tanımı yer almaktadır.

Sonuç olarak davacı banka ile miras bırakanın halefleri olan davalılar arasındaki ihtiyaç kredisinden kaynaklı uyuşmazlığa bakma görevi tüketici mahkemesine ait olduğundan 6100 sayılı H.M.K'nun 1., 114/1., ve 115/2.maddeleri ile 6502 sayılı yasanının 3/I-l, 3/1-k., 73/1.maddeleri gereğince dava şartından ötürü açılan davanın usulden reddine karar vermek gerekmiştir." gerekçesiyle Kayseri 1. Tüketici Mahkemesinin görevli olduğuna dair karar verilmiştir.

DELİLLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ VE GEREKÇE:

Talep, merci tayinine ilişkindir.

6100 sayılı Kanun’un “Mirastan doğan davalarda yetki” başlıklı 11 inci maddesinin birinci fıkrasının a bendi şöyledir:

“Aşağıdaki davalarda, ölen kimsenin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkilidir:

a) Terekenin paylaşılmasına, yapılan paylaşma sözleşmesinin geçersizliğine, ölüme bağlı tasarrufların iptali ve tenkisine, miras sebebiyle istihkaka ilişkin davalar ile mirasçılar arasında terekenin yönetiminden kaynaklanan davalar.”

6100 sayılı Kanun'un 11 inci maddesinde mirastan doğan davalarda ölen kişinin son yerleşim yeri mahkemesi kesin yetkili mahkeme olarak düzenlenmiştir.

Dosya kapsamından, iddianın ileri sürülüş biçimine göre talep, davacı bankanın alacaklı olduğu davalının murisinin çektiği kredi borcunun ödenmemesi nedeniyle mirasçılara karşı başlatılan icra takibine itiraz edilmesi üzerine açılan itirazın iptali davası olup uyuşmazlığın kaynağı davalı murisin davacı bankadan çekmiş olduğu ihtiyaç kredisi borcundan kaynaklı takibe yapılan itirazın iptali davası olduğundan, bu kredi sözleşmesinin sigorta ettirilmesinin görevli mahkemeyi değiştirmeyeceği, ayrıca murisin herhangi bir esnaf odası veya ticaret sicil kaydının da bulunmadığı anlaşıldığından uyuşmazlığın Kayseri Tüketici Mahkemesince çözümlenmesi gerekmektedir.

Bu nedenle, davaya bakmakla görevli ve yetkili mahkemenin Kayseri 1. Tüketici Mahkemesi olduğu anlaşıldığından 6100 sayılı HMK'nın 21, 22 ve 23. maddeleri gereğince Kayseri 1. Tüketici Mahkemesi'nin yargı yeri olarak belirlenmesine ve dosyanın yargı yeri olarak belirlenen mahkemeye gönderilmesine karar verilerek aşağıdaki hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM : Gerekçesi yukarıda açıklandığı üzere;

6100 sayılı HMK'nın 21, 22 ve 23. maddeleri gereğince Kayseriz 1. Tüketici Mahkemesi'nin YARGI YERİ OLARAK BELİRLENMESİNE,

Dosyanın yargı yeri olarak belirlenen mahkemeye gönderilmek üzere merci tayini talebinde bulunan mahkemeye iadesine,

Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 362/1-c maddesi gereğince KESİN olarak oy birliği ile karar verildi.

Teminat Çeki - Menfi Tespit

ÖZET:
  • Somut olayda çeklerin hem sözleşme, hem de tutanak hükümleri çerçevesinde alınan avansın teminatı olarak verildiği, davacının verilen avanstan daha fazla iş yaptığının tespit edildiği, çekteki keşideci ve lehdarın aynı zamanda sözleşmenin de tarafı olduğu, çeklerin üzerinde "teminat çekidir" ibaresi yazıldığı, çeklerin düzenlenme tarihinin olmadığı, tutanakta da tarihsiz çeklerin geri verileceğinin belirtildiği, hususları göz önünde bulundurulduğunda çekler ile sözleşme arasında bağ kurulmuş, çeklerin teminat için verildiği anlaşılmıştır. 
  • Bunun yanında davalı tarafından çeklerin başka bir hukuki ilişkiye istinaden verildiği yönünde bir savunma da yapılmamıştır. 
  • Açıklanan nedenle toplam 500.000,00 TL bedelli 3 adet teminat çeki yönünden davacının borçlu olmadığının tespiti isteminin kabulü ile çeklerin iadesine karar verilmesi gerekir.

YARGITAY
6. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2022/2359
Karar : 2023/4165
Tarih : 11.12.2023

I. DAVA

Davacı vekili dava dilekçesinde özetle; taraflar arasında 10/03/2012 tarihinde "Burdur Gölhisar Projesi Fiberbeton Prekast Elemanları İmalat ve Montaj Taahhüdü Sözleşmesi" ile 11/06/2012 tarihinde "Çorlu ve Kırşehir Projesi Fiberbeton Prekast Elemanları İmalat ve Montaj Taahhüdü Sözleşmesi" imzalandığını, sözleşmelerin konusunun binaların dış cephe fiberbeton prekast sistemi ile izolasyonlu ve izolasyonsuz olarak idare tarafından onaylanan projeleri doğrultusunda imalat ve montajının yapılması olduğunu, her 3 projenin sözleşme hükümlerine ve karşılıklı iyi niyet kurallarına göre gerçekleştirilmesi için müvekkili şirket tarafından gerekli yükümlülüklerin yerine getirildiğini, ancak davalı şirketin yer teslimi, sözleşmeye uygun avans ödemeleri ve hak ediş ödemelerini süresinde yerine getirmediğini, tarafların üzerinde anlaşarak imzaladıkları hak ediş bulunmadığını, ancak davalının kısmi ödemeleri olduğunu, işin sözleşmelerde belirtilen sürelerde tamamlanmamasının sebebinin davalı şirketin sözleşmeye uygun olarak imal edilen prekast malzemenin montajı için inşaatları ve istif alanlarını hazır hale getirmemesi olduğunu, davalıdan kaynaklı sebeple ekstra malzeme ve işçilik gideri yaptığını, sözleşmenin 14.maddesine göre davalı tarafın yaptığı avans ödemeleri karşılığı için masrafı davalı şirket tarafından karşılanacak banka teminat mektubunun verileceğinin kararlaştırıldığını, banka teminat mektubunun verilmesinin sebebinin davalının işin başında verdiği avansların güvencesi için olduğunu, verilen avans miktarı kadar hak ediş yapıldığında davalı tarafa verilen teminat mektup ve teminat çeklerinin iade edilmesi gerektiğini, her iki sözleşme kapsamında verilen avans ödemelerinin üzerinde prekast panel imalatı yapılmış ve teslim edilmiş olduğundan halen davalının elinde bulunan teminat mektubunun ve 3 adet çekin davalı taraf elinde tutulmasının sözleşmesel ve hukuki dayanağı bulunmadığını belirterek davalının yapılan ihtara rağmen teminat mektubunu nakde çevirdiğini, ayrıca elinde bulunan keşide tarihi yazılı olmayan teminat çekleri üzerine her an keşide tarihi yazarak bankaya ibraz edip arkasını yazdırma ve icra takip konusu yapma ihtimalinin mevcut olduğunu, haksız olarak nakde çevrilen 150.000,00 TL'nin nakde çevrildiği tarih olan 17/06/2013 tarihinden itibaren en yüksek ticari faizi ile davalıdan tahsiline, dava konusu 3 adet toplam bedeli 500.000,00 TL olan çeklerden dolayı borçlu bulunmadıklarının tespitine, çeklerin davacıya iadesine, fazlaya ilişkin talep ve dava hakları saklı kalmak kaydıyla bakiye alacağın şimdilik 30.000,00 TL'sinin ihtarname ile temerrüte düşürüldüğü tarihten itibaren ticari en yüksek faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiş, 14/01/2019 tarihli ıslah dilekçesi ile; dava dilekçesinde 30.000,00 TL olarak talep ettikleri bakiye alacak bedeli yönünden davasını netice-i talebe ilişkin olarak ıslah etmiş, 782.792,00 TL'nin temerrüt tarihinden itibaren en yüksek ticari faizi ile davalıdan tahsiline karar verilmesini talep etmiştir.

II. CEVAP

Davalı vekili cevap dilekçesinde özetle; bugüne kadar sözleşmede belirlenen iş planına aykırı davranarak işi kesin teslime sunmayan, işin gecikmesine sebebiyet vererek davalı şirketi ciddi oranda zarara sokan davacı şirkete, davalı şirket tarafından sözleşme konusu işlerin yapımında gecikme olmasına karşın sözleşme ile belirlenen bedeller üzerinde fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak koşulu ile 3.295.965,90 TL ödeme yapıldığını, davacı ile davalı şirket defter ve kayıtları incelendiği görüleceği üzere davacının alması gerektiği halde almadığı sarf malzemeleri, ödemesi gerektiği halde ödemediği işçilik ücretlerinin davalı şirket tarafından ödendiğini, tarafların yükümlülükleri sözleşme ile açıkça belirlenmiş olmasına karşın davacının sözleşme ile belirlenen yükümlülüklerini açıkça ihlal ettiğini, davalının davacıdan alacaklı olduğunu, sözleşme ile belirlenen sürelere riayet etmeyen, işi geçici ve kesin kabule sunmayan, yapmış olduğu iş ile ilgili hak edilen tutar üzerinde kendisine ödeme yapılan, sözleşme ile üstlenilmiş olduğu işleri davalı şirket tarafından yerine getirilen davacı tarafça hakkaniyetten uzak ikame edilen işbu davanın reddi gerektiğini, ayrıca davaya konu sözleşmenin 17. maddesi gereğince geciken her gün için 400,00 TL cezai şarta hükmedileceği taraflarca kararlaştırıldığını, halihazırda yükümlülüklerini yerine getirmeyerek sözleşme ile belirlenen sürenin uzamasına sebebiyet veren davacı taraf hakkında sözleşme ile belirlenen cezai şart tutarını talep etme haklarını saklı tuttuklarını belirterek, haksız davanın reddine karar verilmesini talep etmiştir.

III. İLK DERECE MAHKEMESİ KARARI

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile davacı tarafın 3 adet çek nedeniyle çeklerin bedelsiz kaldığından bahisle menfi tespit talebi yönünden yapılan inceleme ve değerlendirmeye göre; davaya konu edilen çekler Yapı Kredi Bankası Kundu Şubesine ait her biri 200.000,00 TL bedelli lehtarının davalı şirket, keşidecisinin davacı şirket olduğu, çeklerde keşide tarihinin bulunmadığı, her iki çekin de ön yüzünde "Teminat çekidir" ibaresinin yazılı olduğu, diğer çekin ise Vakıfbank Aspendos Bulvarı Şubesine ait olup 100.000,00 TL bedelli, keşidecisi davacı şirket, lehtarı da davalı şirket olup, yine bu çekin ön yüzünde de "Teminat çekidir" ibaresinin yazılı olduğu, davacı taraf iddiasının ispatı bakımından 26/12/2012 tarihli tutanağın 4.maddesine dayandığı, söz konusu çeklerin davalıya teslim edildiğine dair ellerinde teslim belgesinin olmadığını ileri sürdüğü ve bu konuda yemin deliline de dayanmadığı, 26/12/2012 tarihli tutanak başlıklı belgenin 4. maddesine göre; "D-R Prefabrik A.Ş 25/12/2013 tarihli 150.000,00 TL tutarlı Ankira ve Melih BÜKE şahsi cirolu çekini almak koşuluyla geçmişte aldığı tarihsiz teminat çeklerini geri verecektir." hükmü olduğu, ancak söz konusu belgede geçmişte alınan tarihsiz teminat çeklerinin ayrıntısı bildirilmediği gibi, 4.maddede belirtilen 150.000,00 TL tutarlı ve 25/12/2013 tarihli çekin davacı tarafından davalıya teslim edildiği hususunun da davacı tarafından ispat edilemediği, 11/06/2012 tarihli ve 10/03/2012 tarihli imalat ve montaj taahhüdü sözleşmelerinde de teminat çekinden söz edilmediği, davalı tarafın cevabi ihtarnamelerinde de bu 3 çekten hiç bahsedilmediği, çeklerin teminat olarak alındığı, neyin teminatına ilişkin olarak alındığı hususunda bir beyanda bulunulmadığı, davaya konu edilen çeklerin ön yüzünde bulunan "Teminat çekidir" ibaresinin tek başına çekin teminat için verildiğini ispat etmediği, çekin teminat olarak verildiğini ve bedelsiz kaldığını iddia eden tarafın bu iddiasını yazılı delillerle kanıtlaması gerektiği, çekin neyin teminatı için verildiğinin açıkça ispatı gerektiği, oysa davacı vekilince dosyaya sunulan deliller, söz konusu çeklerin işin başında davalı tarafından yapılan avans ödemelerine karşılık teminat olarak verildiği iddiasının ispatı bakımından yeterli olmadığı, davacı vekili dilekçelerinde açıkça yemin deliline de dayanmadığından, davacı tarafın 3 adet toplam 500.000,00 TL bedelli çeklerden dolayı davalı tarafa borçlu bulunmadığının tespiti talebi yönünden davanın reddine,

Davacı tarafın 2 adet sözleşme nedeniyle ve sözleşme dışı ilave işten dolayı ayrıca nakde çevrilen 150.000,00 TL tutarındaki banka teminat mektubundan kaynaklı alacağın tahsili talebi yönünden yapılan inceleme ve değerlendirmeye göre; taraflar arasında varlığı ihtilafsız olan 11/06/2012 tarihli Çorlu ve Kırşehir Projesi ve 10/03/2012 tarihli Burdur Gölhisar Projesi İmalat ve Montaj Taahhüdü Sözleşmeleri ve yine bu sözleşmeleri revize eden 09/11/2012 tarihli Tutanak başlıklı anlaşma hükümleri doğrultusunda, davacı alt yüklenici tarafça davalı asıl yükleniciye sözleşme kapsamında ve ilave bir kısım imalatların yapılarak teslim edildiği, tarafların işin kesin tasfiyesi konusunda uyuşamadıkları, bu nedenle tasfiye kesin hesabının mahkeme tarafından yaptırıldığı ve mahkemece itibar edilen bilirkişi heyeti raporunda belirlendiği üzere davacı alt yüklenici tarafça gerçekleştirilen toplam imalat tutarının 2.961.232,31 TL olduğu, buna karşılık davalı tarafından davacıya yapılan ödemeler toplamının 2.207.820,00 TL olduğu, yapılan bu ödemelerin imalat bedelinden düşülmesi sonucunda davacının davalıdan imalat nedeniyle talep edebileceği tutarın 753.412,31 TL olduğu bu alacak yönünden davanın kısmen kabulüne, davacının, davalıdan bu tutarı talep etmekte haklı olduğu,

Yine her iki sözleşmenin 14. madde hükmü değerlendirildiğinde, davaya konu edilen davacı tarafça işin başında alınan avanslara karşılık olmak üzere davalı tarafa avans teminat mektubu olarak verilen 150.000,00 TL tutarındaki banka teminat mektubunun 17/06/2013 tarihinde banka tarafından tazmin edildiği, sözleşmenin 14. maddesi uyarınca hak ediş tutarı avans miktarı bulduğunda banka avans mektubunun iade edileceğinin kararlaştırılmış olması karşısında ve davacı tarafça yapılan hak edişlerin de avans ödemelerini karşıladığı dikkate alındığında, davacının tazmin edilen 150.000,00 TL tutarındaki banka teminat mektubu alacağının davalıdan tahsilini istemekte haklı olduğu anlaşılmakla bu yönden talebin kabulüne,

Davalı tarafın savunmasında her ne kadar sözleşme hükümleri uyarınca gecikme cezası alacağına hak kazandığını ve bu hakkını saklı tuttuğunu, ayrıca sözleşme uyarınca davacı tarafın yükümlülüğünde olup da yapılmayan bir kısım harcamaların kendilerince yapıldığını ileri sürerek karşı taraftan alacaklı olduğunu savunması karşısında, bu savunmasının mahsup itirazı oluşu gözetilerek mahkemece resen değerlendirildiği, sözleşmelerin 17. maddesindeki gecikme cezası adı altında kararlaştırılan ceza-i şart hükmünün, işin belirlenen zaman ve yerde teslim edilmemesine karşılık düzenlendiğinden, bunun 818 sayılı BK 158/2 maddesinde düzenlenen ifaya ekli ceza-i şart niteliğinde oluşu gözetilerek, işin geç ve ayıplı teslim edilmesinde her iki tarafın da kusurlarının bulunduğu, davalı tarafın gerekli koşulları davacıya sağlamadığı, bu konuda davacı tanıklarının beyanları karşısında davalının da işin gecikmesinde kusurunun bulunduğu, ifaya ekli ceza-i şart talep edebilmesi için davalı tarafın tamamen kusursuz olmasının gerekmesi karşısında, davalı tarafın ceza-i şart alacağına hak kazanmadığı, bunun dışında davalının diğer mahsup itirazı niteliğindeki savunması uyarınca yaptığı harcamaları usulünce ispat edemeyişi gözetilerek, mahsup itirazının yerinde olmadığı, dolayısıyla davacı alacağından mahsubu gerektirir bir durumun olmadığına,

Ayrıca davacı vekilince dava dilekçesinde ve ıslah dilekçesinde en yüksek ticari faiz talep edilmekle, bunun avans faizi anlamına geldiği, sonuç olarak hüküm altına alınan 753.412,31 TL alacağa temerrüt tarihi olan 13/06/2013 tarihinden itibaren, 150.000,00 TL'lik banka teminat mektubu alacağına ise tazmin edildiği 17/06/2013 tarihinden itibaren avans faizine hükmetmek gerektiği belirtilerek davacı tarafça davalı aleyhine ödenmeyen bakiye imalat bedelinin tahsili istemiyle açılan davanın kısmen kabulü ile 753.412,31 TL'nin temerrüt tarihi olan 13/06/2013 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacının fazlaya dair isteminin reddine, davacı tarafça davalı aleyhine haksız olarak nakde çevrilen teminat mektubu bedelinin tahsiline ilişkin davanın kabulü ile150.000,00 TL'nin 17/06/2013 tarihinden itibaren işleyecek değişen oranlarda avans faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya ödenmesine, davacı tarafça davalı aleyhine çeklerden dolayı menfi tespit istemiyle açılan davanın reddine, ihtiyati tedbir kararı uygulanmadığından davalı lehine İİK'nın 72/4 maddesi uyarınca tazminata hükmolunmasına yer olmadığına, ihtiyati haciz talebi ile ilgili karar verilmesine yer olmadığına karar verilmiştir.

IV. İSTİNAF

A. İstinaf Yoluna Başvuranlar

İlk Derece Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili istinaf başvurusunda bulunmuştur.

B. İstinaf Sebepleri

I.Davacı vekili istinaf dilekçesinde özetle; 26/12/2012 tarihli tutanağın 4 no.lu bendinde dava konusu çeklerin davalıya teminat olarak verildiğinin yazılı olduğunu, teminat mektubu ve teminat için verilen çeklerin iade edilmesinin davalıya ihtar edildiğini, davalının teminat çeklerini teslim almadığı yönünde bir savunması da olmadığını, teminat çekleri yönünden alınması gereken harcın maktu olduğunu, bu nedenle hükmedilmesi gereken vekalet ücretinin de maktu olduğu, belirtilen nedenlerle istinaf başvurusunun kabul edilerek teminat çekleri nedeniyle borçlu olmadıklarının kabulü ile çeklerin kendilerine iadesi ile İlk Derece Mahkemesi kararının kaldırılmasını talep etmişlerdir.

II.Davalı vekili istinaf dilekçesinde; karara esas alınan bilirkişi raporunun objektiflikten uzak, hatalı ve hukuka aykırı olduğunu, bilirkişi raporlarına itirazlarının değerlendirilmediğini, sundukları metraj, ölçü ve hakedişlerin yok sayıldığını, davacının talebi olmayan hususlarda inceleme yapıldığını, davacının işi zamanında yerine getirmemesinin hiç değerlendirilmediğini, tespit dosyasında ayıbın davacıdan kaynaklandığının tespit edildiğini, zaiyat ve fire bedellerinin davalıdan istenemeyeceğini, davacının kar kaybı talebinin haksız ve tespit edilen %20'lik oranın fahiş olduğunu, 353.941,00 TL bedelden davacının sorumlu olmadığı, iş iskelesinin kurulmasından davalının sorumlu olduğu tespitinin hatalı olduğunu, davalı tarafından davacıya yapılan 2.207.856,00 TL ödeme dışındaki masraflar ispat edilmesine rağmen bu giderlerin dikkate alınmadığını, sözleşme konusu işler davacı tarafından kesin kabule sunulmadığı halde teminat bedelinin davacıya ödenmesine dair verilen kararın hatalı olduğunu, sonuç olarak teknik açıklamalar ışığında işin gecikmesinde davalı şirketin sorumluluğu olmadığını, bilirkişi raporunda söve imalatı ve montajının önce yapılabileceği, sonra yapılamayacağının söylendiğini, ancak taraflar arasında akdedilen sözleşmenin 10.11 maddesinde “Doğrama montajları Fiber Takviyeli Beton montajından sonra yaptırılacak doğrama ile prekast arası su izolasyonu İşveren tarafından, Yüklenici dışında yapılacaktır” şeklinde belirtildiğini, doğrama montajının prekast montajından sonra yapılacağını, dosyaya sunulu bilimsel görüşte de doğramaların montajının söve montajından sonra yapılacağının ayrıntılı olarak açıklandığını, bilirkişi raporunda iş iskelesinin neden kurulamadığı ve kurulamadı ise bu işin başka nasıl yapıldığı konusunda herhangi bir tespitte bulunmadan direk olarak davacı lehine zorlama yorumda bulunulduğunu, tespitlere ilişkin yapılan açıklamaları ışığında, bilirkişinin faturalar konusunda çeşitli ve tutarsız yorumlar yaptığını, bilirkişinin işinin yorum olmaması ve maddi vakıalar ile sunulan delillere ilişkin teknik yorumlar yapması gerektiği dikkate alındığında, teknik açıklamalar başlığı altında yapılan söve imalatı ve montajı ile iş iskelesi konularında hiçbir araştırma ve tespit yapmadan hazırlanan, kendi içinde çelişkilerle dolu bilirkişi raporunun hükme esas alınmasının yanlış olduğunu belirterek istinaf başvurusu doğrultusunda hüküm kısmının 1. ve 2. bendindeki kabul edilen kısımların kaldırılarak davanın reddine karar verilmesini talep etmişlerdir.

C. Gerekçe ve Sonuç

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda tarih ve sayısı belirtilen kararı ile tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, mahkemenin istinaf incelemesine konu kararında, dosyadaki mevcut delillere göre yaptığı değerlendirmeye, takdire ve ortaya koyduğu gerekçeye göre vardığı sonuçta istinaf sebepleri yönünden usul ve yasaya aykırı bir yön bulunmadığı, istinaf nedenlerinin yerinde olmadığı HMK 355. maddesi kapsamında yapılan istinaf incelemesi sonucu anlaşılmakla, taraf vekillerinin istinaf başvurularının ayrı ayrı esastan reddine karar verilmiştir.

V. TEMYİZ

A. Temyiz Yoluna Başvuranlar

Bölge Adliye Mahkemesinin yukarıda belirtilen kararına karşı süresi içinde davacı vekili ve davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

B. Temyiz Sebepleri

Davacı vekili ve davalı vekili temyiz başvuru dilekçesinde istinaf dilekçesi içeriğini tekrar ederek hükmün bozulmasını talep etmiştir.

C. Gerekçe

1. Uyuşmazlık ve Hukuki Nitelendirme

Uyuşmazlık, eser sözleşmesi uyarınca bakiye iş bedeli ve sözleşme dışı iş bedeli, zaiyat ve fire bedeli, mahrum kalınan kar alacaklarının tazmini, nakde çevrilen teminat mektubu bedelinin iadesi, teminat olarak verilen 3 adet çekten dolayı borçlu olmadığının tespiti istemlerine ilişkindir.

2. İlgili Hukuk

6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 369, 370 ve 371. maddeleri, 6098 sayılı TBK 470-486 maddeleri,

3. Değerlendirme

1. Taraflar arasında 10.03.2012 tarihli "Burdur Gölhisar Projesi Fibereton Prekast Elemanları İmalat ve Montaj Taahhüdü Sözleşmesi" ve 11.06.2012 tarihli "Çorlu ve Kırşehir Projesi Fiberbeton Prekast Elemanları İmalat ve Montaj Taahhüdü Sözleşmesi" imzalanmıştır. Davacı alt yüklenici, davalı yüklenicidir.

2. Davacı, davalının yer teslimi, sözleşmeye uygun avans ödemeleri ve hak ediş ödemelerini süresinde yerine getirmediğini, prekast panel malzemenin montaj işi sırasında davalının kusuru ile zayiatlar olduğunu, beklenenin üzerinde fire gerçekleştiğini, bu sebeple ilave imalat yapıldığını, ekstra malzeme ve işçilik gideri yaptığını, avans karşılığı verilen teminat mektubunun haksız yere nakde çevrildiğini, yine avans karşılığı verilen teminat çeklerinin iade edilmediğini belirterek eser sözleşmesi uyarınca bakiye iş bedeli ve sözleşme dışı iş bedelinin tazminini, zaiyat ve fire bedeli adı altında ortaya çıkan zararının karşılanmasını, Kırşehir işinin asıl işverence feshedilmesi nedeniyle ortaya çıkan mahrum kalınan kar alacaklarının tazminini, nakde çevrilen teminat mektubu bedelinin iadesini, teminat olarak verilen 3 adet çekten dolayı borçlu olmadıklarının tespitini istemiş, davalı taraf davacının sözleşmede belirlenen iş planına aykırı davrandığını, işi kesin teslime sunmadığını, işin gecikmesine sebebiyet vererek zarara uğrattığını, sözleşme hükümlerine göre davacının alması gerekirken almadığı sarf malzemelerini kendisinin alıp, yine davacının ödemesi gereken işçilik ücretlerini kendisinin ödediğini, yapılan imalatta eksikler bulunduğunu, bu eksiklerin giderilmesi için süre vermelerine rağmen eksiklerin giderilmediğini, sözleşmenin 17. maddesi gereğince geciken her gün için 400,00 TL ceza-i şarta hükmedileceğinin kararlaştırılmış olması nedeniyle ceza-i şart alacağının doğduğunu, ancak ceza-i şart tutarını talep etme hakkını saklı tuttuğunu belirterek davanın reddini talep etmiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiş, taraf vekilleri istinaf başvurusunda bulunmuş, Bölge Adliye Mahkemesince taraf başvurularının esastan reddine karar verilmiştir. Davacı vekili ve davalı vekili temyiz isteminde bulunmuştur.

3. Öncelikle tarafların iddia, savunma ve dayandıkları belgelere, uyuşmazlığın hukuki nitelendirilmesi ile uygulanması gereken hukuk kurallarına, dava şartlarına, yargılamaya hâkim olan ilkelere, ispat kurallarına ve temyiz olunan kararda belirtilen gerekçelere göre davalı vekilinin aşağıdaki paragrafların kapsamı dışındaki temyiz itirazları yerinde görülmemiştir.

4.1. Müspet zarar, aktin hiç veya gereği gibi ifa edilmemesinden doğan zarardır. Müspet zarar, kusursuz olan tarafın temerrüde düşen taraftan sözleşme yürürlükte kaldığı sürece isteyebileceği bir tazminat türüdür. Daha az kusurlu dahi olsa müterafik kusuru bulunan bu zararı talep edemez. Sözleşmeden kusurlu olarak dönen taraftan istenebilir. Sözleşmeden dönülmemiş, dönülmüş ise dönen tarafın talep eden olmaması ve talep edenin kusursuz bulunması gerekir. Kâr kaybı ise kardan mahrum kalma karşılığı meydana gelen zarardır. Genelde sözleşmeyi kusuruyla fesheden taraftan istenir. Kardan yoksun kalan kusurlu fesih yüzünden mal varlığında ileride meydana gelecek çoğalmadan mahrum kalır. Kâr kaybı zararının müspet zarar kapsamında bulunduğu şüphesizdir.

4.2. Somut olayda davacı, idarenin sözleşmeyi feshetmesi nedeniyle kendilerinin bir kusuru olmamasına rağmen Kırşehir işinin tamamlanamadığını, bu nedenle yoksun kaldıkları yüklenici karını talep ettiklerini belirtmiş, mahkemece talebi kabul edilmiştir. Ancak az yukarıda açıklandığı üzere, kar kaybının istenebilmesi için tamamen kusursuz olmak gerekir. Daha az kusurlu dahi olsa, kusuru bulunan taraf müspet zarar isteyemez. Dosya kapsamında mevcut ihtarname ve yazışmaların tetkikinde, davacının bir çok eksiği bulunduğu, bu durumun düzeltilmesi istendiği, düzeltilmemesi üzerine tutulan tutanak ile montaj işinin asıl yükleniciye devredildiği görülmektedir. Bu durumda davacının da Kırşehir işinin feshedilmesi konusunda müterafik kusuru bulunduğundan davacının Kırşehir işine ilişkin olarak talep ettiği yoksun kalınan kâr talebinin reddi gerekirken kabulü hatalı olmuştur.

5.1. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu hükümlerine göre; taraflar, kanunda belirtilen süre ve usule uygun olarak ispat hakkına sahiptir. İspat yükü, kanunda özel bir düzenleme bulunmadıkça, iddia edilen vakıaya bağlanan hukuki sonuçtan kendi lehine hak çıkaran tarafa aittir. Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür. Zarar gören ise zararını ve zarar verenin kusurunu ispat yükü altındadır. Davacı taraf 26.000,00 TL ve 32.172,00 TL tutarındaki zayiat ve fire bedelini yazılı belge ile ispat edebilmiş ise de Burdur ve Çorlu işlerine ilişkin ilave fire bedelinin ispatına ilişkin yeterli delil ve belge sunamamıştır.

5.2. Ayrıca, sözleşmelerin yapıldığı 10.03.2012 ve 11.06.2012 tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı BK'nın 357/son ve daha sonra 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı TBK 472/son maddesinde eserin gereği gibi ya da zamanında meydana getirilmesini tehlikeye düşürecek bir durum ortaya çıkarsa yüklenicinin iş sahibine bu durumu hemen bildirmek zorunda olduğu aksi takdirde bunun sonuçlarından sorumlu olacağı kabul edilmiştir. Davalı alt yüklenici işinin ehli olup basiretli bir tacir olarak sözleşme konusu malzemenin zarar görmemesi için özen borcu gereği malzemelerin zayi olacağı, korunması gerektiği, montajın hatalı yapılmakta olduğu gibi hususları öngörmesi ve önlemesi gerektiğinden, davalı yükleniciyi uyarmak zorundadır. Dosya kapsamında davacı alt yüklenicinin bu şekilde ihbar yükümlülüğünü yerine getirdiği ileri sürülüp ispatlanamamıştır. Nitekim taraflar arasında düzenlendiği kabul edilen 26.12.2012 tarihli tutanağın 2. maddesine göre de meydana gelen zarar karşılığı belirlenen bedelin 1/3'ünün davalı tarafından ödeneceği, bundan sonra zaiyat olmaması için gerekli önlemin davacı alt yüklenici tarafından alınacağı belirtilmiştir.

5.3. Açıklanan nedenlerle davacının ispatladığı zayiat bedellerinin kabulünde hukuka aykırılık bulunmamakla birlikte bunların dışında kalan Burdur ve Çorlu işlerindeki ilave fire bedellerinin tazmini hususunda; davacı üstüne düşen ihbar yükümlülüğünü yerine getirdiğini, bir fire ve zaiyatın meydana geldiğini, miktarının ne kadar olduğunu ispatlayamadığından bu bedelin davacının talep edebileceği alacak hesabına dahil edilmesi yerinde olmamıştır.

6.1. Davacı tarafın temyiz itirazlarının incelenmesi neticesinde ise; davacı toplam 500.000,00 TL bedelli 3 adet çekten dolayı borçlu olmadığının tespiti ve çeklerin iadesini talep etmiş, Mahkeme davacının talebini reddetmiştir. Taraflar arasındaki sözleşmelerde iş için kesin teminat mektubu alınmayacağı, sözleşme ile birlikte verilen avans karşılığında teminat mektubu düzenleneceği kararlaştırılmıştır. Davacı, davalının teminat mektuplarının masraflarını karşılamak istemediği için avans teminatı olarak 3 adet çek düzenleyip davalıya teslim ettiğini iddia etmektedir. Dosyada mübrez çek suretlerinin üzerinde "teminat çekidir" ibaresinin yazılı olduğu ve düzenleme tarihlerinin bulunmadığı görülmektedir. Taraflar arasında düzenlenen 26.12.2012 tarihli tutanak 4. maddesinde "Dereprefabrik A.Ş. 25.12.2023 tarihli 150.000,00 TL tutarlı Ankira ve Melih Büke şahsi cirolu çekini almak koşuluyla, geçmişte aldığı tarihsiz çeklerini geri verecektir." denmektedir.

6.2. Bu durumda çeklerin hem sözleşme, hem de tutanak hükümleri çerçevesinde alınan avansın teminatı olarak verildiği, davacının verilen avanstan daha fazla iş yaptığının tespit edildiği, çekteki keşideci ve lehdarın aynı zamanda sözleşmenin de tarafı olduğu, çeklerin üzerinde "teminat çekidir" ibaresi yazıldığı, çeklerin düzenlenme tarihinin olmadığı, tutanakta da tarihsiz çeklerin geri verileceğinin belirtildiği, hususları göz önünde bulundurulduğunda çekler ile sözleşme arasında bağ kurulmuş, çeklerin teminat için verildiği anlaşılmıştır. Bunun yanında davalı tarafından çeklerin başka bir hukuki ilişkiye istinaden verildiği yönünde bir savunma da yapılmamıştır. Açıklanan nedenle toplam 500.000,00 TL bedelli 3 adet teminat çeki yönünden davacının borçlu olmadığının tespiti isteminin kabulü ile çeklerin iadesine karar verilmesi gerekirken talebin reddine karar verilmesi hatalı olmuştur.

7. Sonuç olarak mahkemece dava konusu sözleşmelere ilişkin iş bedeli alacağı olarak 3 adet iş için 2.431.591,10 TL, ilave iş bedeli olarak 40.040,00 TL, ispatlanan fire bedelleri için toplam 58.172,00 TL ve davalının tutanakla kabulünde olan 114.400,00 TL fiyat farkı olmak üzere 2.431.591,10 TL toplam alacak bedelinden taraflarca kabul edilen 2.207.820,00 TL ödemenin mahsubu ile kalan tutarın davalıdan tahsiline, 150.000,00 TL nakde çevrilen teminat mektubu bedelinin iadesine ve dava konusu çeklerden dolayı davacının borçlu olmadığının tespitine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı görülmekle hükmün açıklanan nedenlerle bozulması gerekmiştir.

VI. KARAR

Açıklanan nedenlerle;

1. Temyiz olunan, İlk Derece Mahkemesi kararına karşı istinaf başvurusunun esastan reddine ilişkin Bölge Adliye Mahkemesi kararının ORTADAN KALDIRILMASINA,
2. İlk Derece Mahkemesi kararının BOZULMASINA,
Peşin alınan temyiz karar harcının istek hâlinde taraflara iadesine,
Dosyanın İlk Derece Mahkemesine, bozma kararının bir örneğinin Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 11.12.2023 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.

Kademe İlerlemesinin Durdurulması Cezası - Gerçeğe Aykırı Rapor ve Belge Düzenlemek

ÖZET:
  • Olayda, kontrol mühendislerince yapılan iş için harita mühendisi olarak görev yapan davacının teknik yardım ve destek sağlamak amacıyla görevlendirildiği, hakedişler için yapılacak hesaplamalara ilişkin metodun harita mühendislerince global bulunmasının huzursuzluğa yol açtığı ve bu konuda ihtilafın çıktığı, ihtilaf nedeniyle teknik heyet tarafından yeniden hesaplama yapıldığı, teknik heyet tarafından yapılan hesaplamalar neticesinde ortaya çıkan sonuçlar ve ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerince yapılan hesaplamalar neticesinde ortaya çıkan sonuçlar ile davacı tarafından yapılan kübaj hesaplamaları neticesinde ortaya çıkan sonuçların farklı olduğunun ve diğer durumların birlikte değerlendirilmesinden; davacının branşı olmayan işlerde ve ihtilaflı bir konuda hata yapmasının mümkün olduğu, hakediş için yapılan hesaplamaların nihai, kesin hesaplamalar olmadığı, hakedişlerin kati kabulünün yapılmadığı, ara hakedişler niteliğinde olduğu, daha sonradan telafisinin mümkün bulunduğu ve herhangi bir kamu zararının bulunmadığı dolayısıyla suç kastının olmadığı gözönünde bulundurulduğunda; davacı hakkında disiplin cezası verilmesine esas alınan gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek fiilinin sübuta ermediği sonucuna varılmıştır.

DANIŞTAY
12. DAİRE

Esas : 2003/4744
Karar : 2006/5824
Tarih : 11.12.2006

TÜRK MİLLETİ ADINA

Hüküm veren Danıştay Onikinci Dairesince, davacı vekili tarafından 17.7.2006 tarihinde verilen dilekçe ile davaya devam talebinde bulunulduğundan işin esasına girilerek gereği düşünüldü:

Dava, Devlet Hava Meydanları İşletmesi İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığında Harita Mühendisi olarak görev yapan davacının, gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlediğinden bahisle Devlet Hava Meydanları İşletmesi Personel Yönetmeliğinin 94/f maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılması gerekmekte ise de geçmiş sicilinin olumlu olması nedeniyle 1/8 oranında aylıktan kesme cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin 18.3.2002 tarihli işlemin iptali istemiyle açılmıştır.

Ankara 4. İdare Mahkemesinin 8.5.2003 günlü, E:2002/485, K:2003/570 sayılı kararıyla; dosyanın incelenmesinden; Trabzon Havalimanı Çevre Güvenlik Yol İnşaatı İşi ile ilgili olarak görevlendirilen davacının, en fazla 75.000 metreküp olması gereken dolgu miktarının 95.000 metreküp olarak belirtilmesi, ayrıca 16.000 metreküp taş dolgu bulunduğuna ilişkin tutanak düzenlenmesi nedeniyle heyet içinde meydana gelen ihtilafın giderilmesi amacıyla yapılan inceleme ve araştırma neticesinde, teknik inceleme yapmak üzere görevlendirilmiş olan davacının farklı anlamlara gelebilecek bilgi vermesi ve belge düzenlemesinin uygun bir davranış olmadığı ve sonuç olarak karar vermesi gereken makam ve mercilerin yanıltılmasına yol açabilecek fiilinde suç işleme kastının bulunduğu gerekçesiyle davanın reddine hükmedilmiştir.

Davacı, hesaplama yöntemlerinin farklılığı nedeniyle böyle bir durumun ortaya çıktığını, hakedişlerin ara hakediş olduğunu ve her zaman düzeltilebileceğini, herhangi bir kastının bulunmadığını ileri sürerek mahkeme kararının bozulmasını istemektedir.

24 Temmuz 2001 tarih ve 24472 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan Devlet Hava Meydanları İşletmesi Genel Müdürlüğü Personel Yönetmeliğinin 94/f maddesinde, "gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek" fiili kademe ilerlemesinin durdurulması cezasını gerektiren fiil ve haller arasında sayılmıştır.

Dosyanın incelenmesinden; Devlet Hava Meydanları İşletmesi, İnşaat Emlak Dairesi Başkanlığında Harita Mühendisi olarak görev yapan davacının, Trabzon Hava Limanı Çevre Güvenlik Yolu İnşaat İşi ile ilgili olarak teknik yardım ve destek sağlamak üzere görevlendirildiği, işin ilerleyen safhalarında ara hakediş hesaplamaları için açılan 29 adet numune çukurları üzerinde yapılan uygulamalar neticesinde global kübaj sonuçlarını, kazı için 105.000 metreküp, GAİ dolgusu için 95.000 metreküp olarak ve ayrıca kaya dolgu imalatı için yaklaşık 16.000 metreküp olarak hesapladığı ve 21.9.2000 tarihli raporla tutanak altına alarak heyete sunduğu, ayrıca yapılan sözleşmenin son hakediş ödemesine uygun olup olmadığına ilişkin ODTÜ Rektörlüğü bünyesinde oluşturulan bilirkişi heyeti tarafından yapılan inceleme sonucunda, toprak kazılması ve depoya atılması 66.725,36 metreküp, GAİ kazılması ve imlaya verilmesi 78.167,09 metreküp, GAİ nakli için 93.800,51 metreküp nakliye ve imalat miktarı çıkarıldığı, heyet içinde meydana gelen ihtilaflar nedeniyle olayın genel müdürlüğe iletildiği ve Teftiş Kurulu Başkanlığınca yeniden inceleme ve araştırma yapıldığı, yapılan inceleme ve araştırmalar ve alınan ifadeler kapsamında; davacıya yeniden yaptırılan hesaplamada, davacının GAİ dolgu miktarını 81.000 metreküp olarak, kaya dolgu miktarını da 16.000 metreküp olarak hesapladığı, bu hesaplamaya ilişkin raporun 21.9.2000 tarihli tutanakta GAİ dolgu miktarının 95.000 metreküp olduğuna ilişkin raporla ve teknik heyet tarafından GAİ dolgusu için 75.000 metreküp olması gerektiğine ilişkin raporla karşılaştırılması neticesinde, bir kişinin farklı anlamlara gelebilecek bilgi vermesi ve belge düzenlemesinin müdürlük makamının yanıltılmasına neden olduğu anlaşıldığından, gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlediğinden bahisle Devlet Hava Meydanları İşletmesi Personel Yönetmeliğinin 94/f maddesi uyarınca kademe ilerlemesinin durdurulması cezasıyla cezalandırılması gerekmekte ise de geçmiş sicillerinin olumlu olması nedeniyle 1/8 oranında aylıktan kesme cezasıyla cezalandırıldığı anlaşılmıştır.

Olayda, kontrol mühendislerince yapılan iş için harita mühendisi olarak görev yapan davacının teknik yardım ve destek sağlamak amacıyla görevlendirildiği, hakedişler için yapılacak hesaplamalara ilişkin metodun harita mühendislerince global bulunmasının huzursuzluğa yol açtığı ve bu konuda ihtilafın çıktığı, ihtilaf nedeniyle teknik heyet tarafından yeniden hesaplama yapıldığı, teknik heyet tarafından yapılan hesaplamalar neticesinde ortaya çıkan sonuçlar ve ODTÜ İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerince yapılan hesaplamalar neticesinde ortaya çıkan sonuçlar ile davacı tarafından yapılan kübaj hesaplamaları neticesinde ortaya çıkan sonuçların farklı olduğunun ve diğer durumların birlikte değerlendirilmesinden; davacının branşı olmayan işlerde ve ihtilaflı bir konuda hata yapmasının mümkün olduğu, hakediş için yapılan hesaplamaların nihai, kesin hesaplamalar olmadığı, hakedişlerin kati kabulünün yapılmadığı, ara hakedişler niteliğinde olduğu, daha sonradan telafisinin mümkün bulunduğu ve herhangi bir kamu zararının bulunmadığı dolayısıyla suç kastının olmadığı gözönünde bulundurulduğunda; davacı hakkında disiplin cezası verilmesine esas alınan gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlemek fiilinin sübuta ermediği sonucuna varılmıştır.

Bu durumda; gerçeğe aykırı rapor ve belge düzenlediğinden bahisle davacı hakkında tesis olunan işlemde hukuka uyarlık bulunmamakta ve dava konusu işlemin iptali istemiyle açılan davanın reddi yolunda İdare Mahkemesince verilen kararda hukuki isabet bulunmamaktadır.

Açıklanan nedenlerle, davacının temyiz isteminin kabulüyle Ankara 4. İdare Mahkemesince verilen 8.5.2003 günlü, E:2002/485, K:2003/570 sayılı kararın 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanununun 49. maddesinin 1/b fıkrası uyarınca bozulmasına, aynı maddenin 3622 sayılı Yasa ile değişik 3. fıkrası gereğince ve yukarıda belirtilen nedenler gözetilmek suretiyle yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın adı geçen Mahkemeye gönderilmesine, 11.12.2006 tarihinde oyçokluğu ile karar verildi.

KARŞI OY

Temyizen incelenmesi istenen karar usul ve hukuka uygun bulunduğundan aynen onanması gerektiği görüşüyle aksi yöndeki çoğunluk kararına katılmıyorum.

Munzam Zararın İspatı

ÖZET:
  • Temerrüt faizini aşan (Munzam zarar) bir zararı olduğunu iddia eden, bu iddiasını somut delillerle ispat etmek zorundadır.
  • Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira davacı, para alacağını zamanında alması halinde bu parayı ne şekilde kullanacağını ispatlayamamıştır. 
  • Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu da ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması munzam zararın gerçekleştiği ve ispatlandığı anlamına gelmez. 
  • Davacı tarafından ispatlanması gereken husus, enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. 
  • Örneğin; alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını veya alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi, yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde geçekleşen kur farkı sebebiyle daha yüksek miktardan ödemek zorunda kalmayacağı gibi olguları kanıtlamak durumundadır. 
  • Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel, afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular TBK’nın 105. maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez. 
  • İstikrar bulmuş Yargıtay uygulamasına göre, davacı faizi aşan (munzam) zararını yukarıda açıklanan şekilde ispat etmeden bu yöndeki talebin kabul edilmesi mümkün değildir.

ANKARA BAM
4. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2022/746
Karar : 2023/2554
Tarih : 18.10.2023

Dava, vekalet sözleşmesinden kaynaklanan munzam zararın tazmini istemine ilişkindir.

Mahkemece, "Davanın reddine," dair verilen karara karşı, davacı, yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak hüküm kurulduğunu, talebi olmadığı halde hem bilirkişi raporunda hem de gerekçeli kararda dolar kuru üzerinden zarar talebinde bulunduğunun belirtildiğini, Anayasa Mahkemesi kararlarına göre, alacağın geç ödenmesinden doğan bir zararın varlığının ileri sürüldüğü durumlarda enflasyon oranı esas alınarak faiz ödenmesi gerektiğini, munzam zarara uğradığını, Yargıtay içtihatlarında belirtildiği üzere munzam zararı ispat zorunluluğunun olmadığını ileri sürerek istinaf kanun yoluna başvurmuştur.

Gerek istinaf sebebi yapılan ve gerekse HMK'nın 355. maddesine göre kamu düzeni nedeniyle resen dikkate alınması gereken hususların incelenmesinde;

Davacı, vekalet ücreti alacağının tahsili için davalılar aleyhine icra takibi başlattığını, ancak alacağın doğumundan tahsil edildiği tarihe kadar paranın yaşadığı devalüasyon ve döviz kurlarındaki yükselmeler göz önüne alınınca ciddi zarara uğradığını ileri sürerek, munzam zararının tahsilini istemiş; davalılar ise icra dosyasının infazen ödenerek kapatıldığını, temerrüt faizini aşan bir zararın bulunmadığını belirterek davanın reddini dilemişlerdir. Mahkemece, bilirkişi raporu esas alınarak ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.

6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun "Aşkın zarar" başlıklı 122'nci maddesinin 1'inci fıkrasında: "Alacaklı, temerrüt faizini aşan bir zarara uğramış olursa, borçlu kendisinin hiçbir kusuru bulunmadığını ispat etmedikçe, bu zararı da gidermekle yükümlüdür. " denilmiştir.

Yargıtay 3. Hukuk Dairesi'nin 10.03.2022 tarihli ve 2022/691 E., 2022/2136 K. sayılı ilamında belirtildiği üzere,"... Kanun koyucu para borcunun geç ödenmesi halinde bir zararın mevcut olduğunu kural olarak benimsemiştir. Bu zararın karşılanması iki bölümde düşünülmüştür. Birinci bölüm, kanıtlanmadan ödenmesi talep edilecek zarar miktarıdır ki bu temerrüt faizidir. Diğer bir deyişle temerrüt faizi miktarınca alacaklının zarara uğradığı yasal bir karine olarak kabul edilmiştir. Bunun dışında davacının herhangi bir karineden istifade etme olanağı yasal olarak mevcut değildir. İkinci bölüm, temerrüt faizini aşan (munzam) zarara ilişkin olup; temerrüt faizini aşan bir zararı olduğunu iddia eden, bu iddiasını somut delillerle ispat etmek zorundadır..Yüksek enflasyon, dolar kurundaki artış, serbest piyasadaki faiz oranlarının yüksek oluşu davacıyı ispat yükünden kurtarmaz. Zira davacı, para alacağını zamanında alması halinde bu parayı ne şekilde kullanacağını ispatlayamamıştır. Ayrıca alacaklı, uğradığı zararın kendisine ödenen temerrüt faizinden fazla olduğunu da ispat etmek zorundadır. Soyut enflasyonun ya da bankalarda mevduat için ödenen faizin temerrüt faizinden yüksek oranda olması munzam zararın gerçekleştiği ve ispatlandığı anlamına gelmez. Davacı tarafından ispatlanması gereken husus, enflasyon ve mevduat faizinin yüksekliği gibi genel olgular değil, kendisinin şahsen ve somut olarak geç ödemeden dolayı zarar gördüğü keyfiyetidir. Örneğin; alacağını zamanında tahsil edememekten ötürü, başkasına olan borcunu ödemek için daha yüksek oranda faizle borç aldığını veya alacaklı olduğu parayı zamanında alsa idi, yabancı para ile ödemek durumunda olduğu borcunu, geçen süre içinde geçekleşen kur farkı sebebiyle daha yüksek miktardan ödemek zorunda kalmayacağı gibi olguları kanıtlamak durumundadır. Ülkede yaşanan ekonomik kriz nedeniyle paranın döviz karşısında hızlı değer kaybı, yüksek enflasyon gibi genel, afaki ve doğrudan davacının zararını ifade etmeyen umumi ekonomik konjonktürel olgular TBK’nın 105. maddesinde sözü edilen munzam zararın varlığını göstermez. İstikrar bulmuş Yargıtay uygulamasına göre, davacı faizi aşan (munzam) zararını yukarıda açıklanan şekilde ispat etmeden bu yöndeki talebin kabul edilmesi mümkün değildir...''

Somut olayda; mahkemece, 17.09.2021 tarihli celsede munzam zararına ilişkin talebini somutlaştırmak üzere davacıya süre verilmiş, davacı, 20.09.2021 tarihli dilekçesinde, ayrıca bir ispat zorunluluğunun olmadığını belirtmiş, aşamalarda ise hakkın doğduğu tarihten itibaren geçen sürede enflasyon, paranın değer kaybı ve alım gücündeki düşüş, faizin ana para üzerinden hesaplanması ve ana paranın enflasyon karşısında sürekli erimesi gibi olgular dikkate alınarak munzam zarar hesaplaması yapılmasını talep etmiştir. Buna göre, davacı, munzam zararını ispatlayamadığı gibi esasen somut bir munzam zarar iddiasında da bulunmamıştır. O halde mahkemece, davacının munzam zarara ilişkin iddiasını ispatlayamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.

Dosya kapsamı, mevcut delil durumu, hükme esas alınan bilirkişi raporunun yeterli, denetime ve somut olayın özelliklerine uygun olması ve ileri sürülen istinaf sebepleri dikkate alındığında mahkemenin vakıa ve hukuki değerlendirmesinde usul ve esas yönünden yasaya aykırılık bulunmadığı anlaşıldığından, davacının istinaf başvurusunun esastan reddine karar vermek gerekmiş, aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur.

HÜKÜM :

Yukarıda açıklanan nedenlerle,

1-Davacının istinaf başvurusunun HMK’nın 353/1/b/1 maddesi gereğince ESASTAN REDDİNE,
2-Alınması gereken 269,85-TL istinaf karar ve ilam harcından davacı tarafından yatırılan 80,70-TL'nin mahsubu ile bakiye 189,15-TL'nin davacıdan tahsili ile hazineye irat kaydına,
3-İstinaf yargılama giderlerinin istinaf yoluna başvuran davacı üzerinde bırakılmasına,
4-İstinaf kararının ilk derece mahkemesince taraflara tebliğine,
Dosya üzerinde yapılan inceleme sonucunda oybirliği ile 18/10/2023 tarihinde kesin olarak karar verildi.

Takipte Sunulmayan Belgeye İtirazın Kaldırılması Yargılamasında Dayanılamaz

ÖZET:
  • Alacaklının takipte sunmadığı bir belgeye itirazın kaldırılması aşamasında dayanamayacağı kuralı gereğince alacaklı yanca ilk kez itirazın kaldırılması aşamasında sunulan belgenin takip konusu alacakla aynı ve kayıtsız şartsız borç ikrarını içeren belge niteliğinde olduğunun kabulü mümkün değildir.

YARGITAY
12. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2024/891
Karar : 2024/5772
Tarih : 04.06.2024

Genel haciz yoluyla başlatılan ilamsız icra takibinde borçluların itirazı üzerine takibin durduğu, alacaklının itirazın kaldırılması istemi ile icra mahkemesine başvurduğu, mahkemece talebin kabulüne, itirazın kaldırılmasına ve alacaklı lehine tazminata hükmedilmesine karar verildiği, kararın borçlular tarafından istinaf edilmesi üzerine Bölge Adliye Mahkemesi’nce istinaf başvurusunun kısmen kabulü ile mahkeme kararının kaldırılmasına, yerine istemin kısmen kabulü ile itirazın 5.961.575,00 TL. alacak yönünden kaldırılmasına, takibin bu miktar üzerinden devamına borçlu aleyhine tazminata hükmedilmesine karar verildiği, kararın borçlular tarafından temyiz edildiği görülmektedir.

İİK'nun 68/1. maddesi gereğince; talebine itiraz edilen alacaklının takibi, imzası ikrar veya noterlikçe tasdik edilen borç ikrarını içeren bir senede yahut resmi dairelerin veya yetkili makamların yetkileri dahilinde ve usulüne göre verdikleri bir makbuz veya belgeye müstenit ise, alacaklı itirazın kaldırılmasını isteyebilir.

Öte yandan; İİK’nun 63. maddesi uyarınca, nasıl ki itiraz eden borçlu, itirazın kaldırılması duruşmasında, alacaklının dayandığı senet metninden anlaşılanlar dışında itiraz sebeplerini değiştiremez ve genişletemez ise, alacaklının da takip konusu yapmadığı ve takip dosyasına sunmadığı bir belgeyi itirazın kaldırılması aşamasında ileri süremeyeceğinin kabulü gerekir.

17/07/2019 kabul tarihli, 7186 sayılı Gelir Vergisi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanunu'nun 27. Maddesi ile Sermaye Piyasası Kanunu'nun 31. Maddesine “İhraççıların borçlanma araçlarına ilişkin ödeme yükümlülüklerini yerine getirmemesi nedeniyle, MKK tarafından düzenlenip hak sahiplerine verilen belge 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun 68 inci maddesinin birinci fıkrasında belirtilen belgelerden sayılır. “ hükmü eklenmiştir.

Somut olayda, icra takip dosyasının incelenmesinde; borçluların icra dairesine süresi içerisinde sunduğu itiraz dilekçesinde borca ve ferilerine itiraz ettiği, ilamsız takibin dayanağının “AE Arma Elektropanç Elektromekanik San. Müh. Taah. Tic. A.Ş. ile akdedilen sözleşme uyarınca vadesinde ödenmeyen tahvil alacağı için müteselsil kefillere başlatılan icra takibidir.” olarak gösterildiği, alacaklı tarafından, takip açılırken takip dosyasına herhangi bir belge sunulmadığı, dolayısıyla İİK’nın 68/1. maddesinde düzenlenen belgelerden birine dayanılmadığı,her ne kadar;alacaklı tarafından Sermaye Piyasası Kanunu'nun 31.maddesi uyarınca Merkezi Kayıt Kuruluşu tarafından düzenlenip hak sahiplerine verilen belgenin İİK'nın 68.maddesindeki belgelerden sayıldığı ileri sürülmüş ve bu husus mahkemece kabul görmüş ise de, alacaklı yanca ilk kez 08.07.2020 tarihli dava dilekçesinin delil kısmında 27.12.2019 tarihli Merkezi Kayıt Kuruluşundan alınan belgeye dayanıldığı ve dava dilekçesi ekinde mahkemeye sunulduğu anlaşılmaktadır. Alacaklının takipte sunmadığı bir belgeye itirazın kaldırılması aşamasında dayanamayacağı kuralı gereğince alacaklı yanca ilk kez itirazın kaldırılması aşamasında sunulan belgenin takip konusu alacakla aynı ve kayıtsız şartsız borç ikrarını içeren belge niteliğinde olduğunun kabulü mümkün değildir. Yine alacaklının dava dilekçesi ekinde mahkemeye sunduğu borçlu kefillerin imzasının bulunduğu Özel Sektör Borçlanma Aracı İtfa Sözleşmeleri her iki tarafa edim yükleyen sözleşmeler olup alacağın varlığı ve miktarı yargılamayı gerektirir.

O halde, Bölge Adliye Mahkemesi’nce borçluların istinaf başvurusunun kabulü ile alacaklının itirazın kaldırılması isteminin reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsiz olup bozmayı gerektirmiştir.

SONUÇ : 

Borçluların temyiz itirazlarının kabulü ile, İstanbul Bölge Adliye Mahkemesi 23. Hukuk Dairesi'nin 27.10.2023 tarih ve 2021/3877 E. - 2023/1905 K. sayılı kararının yukarıda yazılı nedenlerle, 5311 sayılı Kanun ile değişik İİK'nun 364/2. maddesi göndermesiyle uygulanması gereken 6100 sayılı HMK'nun 373/2. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, peşin alınan temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, dosyanın Bölge Adliye Mahkemesine gönderilmesine, 04.06.2024 gününde oy birliğiyle karar verildi.

15 Ekim 2024 Salı

Gerekçeli Karar Tarihini İçermeyen ya da Yanlış Tarihi İçeren Tebliğ Mazbatası Geçersiz Olup Tebligat Usulsüzdür

ÖZET:
  • Söz konusu tebligata ilişkin mazbatada gerekçeli karar tarihinin yanlış yazılmış olduğu, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 07.02.2019 tarihli ve 2017/12-634-2019/76 sayılı kararında; tebligata ilişkin mazbatanın gerekçeli karar tarihini içermemesinden dolayı gerekçeli kararın zarf içerisinde olduğunu belgelendirme niteliğinin bulunmadığının, gerekçeli kararın tebliğ mazbatalı zarf içerisinde olduğunun da başka türlü ispatlanamayacağının belirtilmesi karşısında, 09.02.2016 tarihinde yapılan tebligata ilişkin tebliğ mazbatasında gerekçeli karar tarihinin yanlış yazılmış olması sebebiyle, sanık tarafından öğrenme üzerine yapılan temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilmelidir.

YARGITAY
12. CEZA DAİRESİ

Esas : 2017/11226
Karar : 2019/7286
Tarih : 13.06.2019

5271 sayılı CMK'nın 42/1. maddesine aykırı olarak, “eski hale iade ve temyiz talebinin reddine” dair Bakırköy 26. Asliye Ceza Mahkemesinin 22.03.2016 tarihli ek kararı ile anılan ek kararın kaldırılmasına yönelik Bakırköy 8. Ağır Ceza Mahkemesinin 19.04.2016 tarihli değişik iş kararı yok hükmünde kabul edilerek; ayrıca; sanığın yokluğunda verilen ve başvurulacak yasa yolu, süresi, başvuru yapılacak merci ile başvuru şeklinin anlaşılabilir nitelikte açıkça anlatılan hükmün, sanığın savunmasının alındığı 20.12.2011 tarihli celsede bildirdiği en son adresine gönderilip sanığın bu adreste ismen tanınmadığı tespiti ile bila tebliğ gelmesi akabinde, sanığın temyiz dilekçesinde bildirdiği adres ile aynı olan ve aynı zamanda mernis adresi olduğu tespit edilen adresine 09.02.2016 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmakta ise de, söz konusu tebligata ilişkin mazbatada gerekçeli karar tarihinin yanlış yazılmış olduğu, Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 07.02.2019 tarihli ve 2017/12-634-2019/76 sayılı kararında; tebligata ilişkin mazbatanın gerekçeli karar tarihini içermemesinden dolayı gerekçeli kararın zarf içerisinde olduğunu belgelendirme niteliğinin bulunmadığının, gerekçeli kararın tebliğ mazbatalı zarf içerisinde olduğunun da başka türlü ispatlanamayacağının belirtilmesi karşısında, 09.02.2016 tarihinde yapılan tebligata ilişkin tebliğ mazbatasında gerekçeli karar tarihinin yanlış yazılmış olması sebebiyle, sanık tarafından öğrenme üzerine yapılan temyiz isteminin süresinde olduğu kabul edilerek yapılan incelemede;

Katılanın tel çekme işçisi olarak çalıştığı işyerinde 30.07.2008 tarihinde çalışırken geçirdiği kaza sonucu sol kolunun kırılması üzerine Özel Yenibosna Hastanesine kaldırıldığı, burada ortopedi uzmanı olan sanık Dr. ... tarafından humerus şaft kırığı tespit edilerek 01.08.2008 tarihinde ameliyat edildiği, 3 gün sonra kolda ağrı mevcut olduğu halde hastanın taburcu edildiği, şikâyetleri geçmediği için tekrar aynı hastaneye müracaat eden hastaya Dr. ...'in EMG tetkiki yaptığı, hastayı fizik tedaviye yönlendirdiği, şikâyetleri geçmeyen hastanın daha sonra Vakıf Gureba Hastanesine yatırıldığı ve üst kol düzeyinde radial sinir yaralanması tanısıyla ameliyat edildiği, bu ameliyatta tespit edilen sinir hasarının sanık tarafından yapılan ilk ameliyatta meydana geldiğinin iddia edildiği olayda;

Yüksek Sağlık Şurası'nın 03-04 Mayıs 2012 tarihli raporunda; Dr. ...'in yaptığı ameliyat sonrası ortaya çıkan sinir kesisine bağlı tablonun ameliyatın beklenen bir komplikasyonu olduğunun, ancak bu komplikasyonun takip ve tedavisinde Dr. ...'in özensiz davrandığının ve dolayısıyla kusurlu olduğunun belirtildiği; 08.07.2013 tarihli bilirkişi raporunda tıbben gerekenlerin yapıldığı ve tedavide gecikme söz konusu olmadığı belirtilmiş ise de, Adli Tıp 2. İhtisas Kurulu'nun ve sonrasında alınan Adli Tıp Genel Kurulu'nun raporlarında benzer şekilde; humerus şaft kırıklarında radial sinir felcinin % 6-15 oranlarında görülebildiği, bu olguların bir çoğunda sinir hasarının yaralanma anında oluştuğu, daha az oranda da tedavinin devamı esnasında sonradan geliştiğinin tıbben bilindiği, kişide çalıştığı iş yerinde geçirdiği kaza sonucu sol humerus şaft kırığı oluştuğu, Özel Yenibosna Hastanesi'nde Ortopedi ve Travmatoloji Uzmanı Dr.... tarafından 01.08.2008 tarihinde ameliyata alındığı ve kırığın intramedüler çivi ile redükte edildiği, ameliyat sonrası takiplerinde kişide radial sinir hasarı oluştuğunun tıbbi belgelerde kayıtlı olduğu, yine tıbbi belgelerde ameliyat öncesi yapılan muayenesinde parsiyel radial sinir hasarını düşündüren bulguların bulunduğunun kayıtlı olduğu, fakat radial sinir paralizisi ifadesinin veya tanısının geçmediği bu tür kırıklarda ortopedi literatüründe altın standart olarak kabul edilen açık redüksiyon ve plak fiksasyon yerine intramedüller çivi uygulamasının cerrahın tercihinde olduğu, ancak ameliyat esnasında radial sinir hasarının nedeninin ortaya konulması için sinir eksplorasyonu yapılmamasının ve ameliyat sonrasında ise radial sinir paralizi bulgularının artmasına rağmen sinir eksplorasyon yapılmamasının tıp biliminin genel kabul görmüş ilke ve kurallarına uygun olmadığı görüşlerine yer verilmiş olması, söz konusu raporların dosya kapsamı ve maddi vakıa ile uyumlu olması karşısında, sanığın tıp kurallarına aykırı işlemde bulunarak katılanın yaralanmasına sebebiyet verdiği ve bu suretle kusurlu olduğu anlaşılmakla;

Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık ve sanık müdafinin yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;

Dosyada mevcut 02.06.2015 tarihli adli raporda katılanın, sol kolda radial sinir paralizisine neden olan yaralanmasının ve dava konusu olaya bağlı sol eldeki fonksiyonel kısıtlılığının organlarından birinin işlevinin sürekli zayıflaması niteliğinde olduğunun belirtilmesi nedeniyle sanık hakkında TCK'nın 89/1. maddesi gereğince tayin edilen temel cezanın TCK'nın 89/2-a maddesi gereğince ½ oranında arttırılması gerekirken, TCK'nın 89/3. maddesi gereğince bir kat arttırılması suretiyle fazla ceza tayini;

Kanuna aykırı olup, sanığın temyiz itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden hükmün bu nedenle 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen uygulanmakta olan 1412 sayılı CMUK’un 321. maddesi gereğince BOZULMASINA, bu hususun yeniden yargılama yapılmaksızın aynı Kanunun 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, aynı maddenin verdiği yetkiye istinaden; hükmün 2. paragrafındaki ''89/3'' ibaresinin, ''89/2-a'' olarak, aynı paragraftaki ''1 kat arttırım yapılarak 180 tam gün'' ibaresinin ''½ arttırım yapılarak 135 tam gün'' olarak, 3. paragraftaki ''150 tam gün'' ibaresinin ''112 tam gün'' olarak, 4. paragraftaki ''6000 TL'' ibaresinin ''4480 TL'' olarak değiştirilmesi suretiyle, sair yönleri usul ve Kanuna uygun bulunan hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA; 13.06.2019 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.

Sigorta Şirketine Başvuru Yapılmamış Olması - Tamamlanabilir Dava Şartı

ÖZET:
  • 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 97. maddesi ile zorunlu mali sorumluk sigortasından faydalanmak isteyen hak sahiplerinin dava yoluna gitmeden önce sigortacıya yazılı başvuru yapması gerektiği düzenlenmiş olmakla birlikte, bu başvuru yapılmadan dava yoluna gidilmesi hali dahi HMK'nın 115/2. maddesi gereği tamamlanabilir dava şartı olduğuna göre, başvurunun yapıldığı, ancak eksik ya da usule uygun olmayan belge ile başvurulduğu savunmasının olduğu durumlarda usule uygun olmadığı savunulan belgedeki eksiklik de yargılama aşamasında tamamlanabilecektir. 
  • Davacının davalı sigorta şirketine 02.03.2020 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşılmakla, başvuru tarihine 8 iş günü ilave edilmek suretiyle bulunan temerrüt tarihinin 12.03.2020 tarihine tekabül etmesine karşın, mahkemece belirlenen temerrüt tarihinin isabetli olmadığı görülmekle davacı vekilinin faiz başlangıç tarihine ilişkin istinaf nedeni yerindedir. Davalı vekilinin ise hesap raporunun tebliğinden itibaren faiz işletilmesi gerektiğine yönelik istinaf sebebi isabetli bulunmamıştır.

İZMİR BAM
11. HUKUK DAİRESİ

Esas : 2022/1031
Karar : 2024/1524
Tarih : 18.09.2024

DAVA :

Davacı vekili, 08.10.2013 tarihinde sürücü ... sevk ve idaresindeki ... plakalı aracın seyir halinde iken savrulması ve yolun sol tarafında bulunan dere yatağına düşerek takla atması neticesinde araçta yolucu olarak bulunan davacının yaralanması sonucunda trafik kazasının meydana geldiğini, söz konusu kaza ile ilgili Lapseki CBS'nin 2013/860 soruşturma nolu dosyasının açıldığını, olay hakkında KYOK verildiğini, trafik tespit tutanağından da anlaşılacağı üzere iş bu trafik kazasının meydana gelmesinde ... sevk ve idaresindeki ... plakalı aracın tam kusurlu olduğunu, söz konusu olay sonrası davacının 18/06/2014 tarihli Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Engelli Sağlık Kurulu Raporu'ndan da anlaşılacağı üzere %10'luk bir özürlü sağlık kurulu raporu aldığını ve bu rapora göre davalı taraftan 24.09.2014 tarihinde 47.000,00 TL tutarında ödeme aldığını, sonrasında davacının bu kaza ile ilgili sağlık problemlerinin giderek arttığını, 27.02.2020 tarihli dilekçe ile davalı sigorta şirketine başvurulduğunu, davalı sigorta şirketi tarafından 04.03.2020 tarihli cevabi yazısında 24/09/2014 tarihinde 47.000,00 TL ödeme yapıldığının, bunun haricinde başkaca ek bir ödeme yapılmayacağının belirtildiğini, 06.03.2020 tarihli yazısıyla da ek tazminat talebine istinaden değerlendirme yapılabilmesi için davacının Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Hastanesi'ne sevk edildiğini, davacının buradan aldığı sağlık kurulu raporuna göre %42 oranında bir maluliyetinin olduğunun ortaya çıktığını, davalı sigorta şirketine bu raporun iletildiğini ancak ödeme yapılamayacağının taraflarına bildirildiğini belirterek, artan maluliyet oranı ve tazminat yönünden fazlaya ilişkin hakları saklı kalmak kaydı ile şimdilik 100,00 TL (50,00 TL geçici iş göremezlik ve 50,00 TL kalıcı iş göremezlik) maddi tazminatın olay tarihinden itibaren hesaplanacak olan yasal faizi ile tahsili ile davacıya ödenmesine karar verilmesini talep ve dava edilmiştir.

Davacı 21.02.2022 tarihli ıslah dilekçesiyle, geçici maluliyet taleplerini 401,57 TL'ye, kalıcı maluliyete ilişkin taleplerini 203.000,00 TL'ye çıkartarak, toplam 203.401,57 TL maddi tazminatın davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.

CEVAP : 

Dava dilekçesinin davalı ... Sigorta Şirketi'ne tebliğ edildiği, adı geçen davalı sigorta şirketi tarafından davaya cevap verilmediği anlaşılmıştır.

İLK DERECE MAHKEMESİ KARARININ ÖZETİ : 

Mahkemece iddia, savunma, bilirkişi raporu ve tüm dosya kapsamına göre, trafik kazasından kaynaklı olarak davacının içinde hatır için bulunduğu araç sürücüsünün tek taraflı kazaya karışması ve davacıya atfedilebilecek kusur durumunun bulunmadığı gibi kusurun tamamının davalı tarafa ZMMS'li araç sürücüsünde olduğu, bu kazadan kaynaklı olarak dava açmadan evvel davacı tarafa sürekli iş göremezlik ödemesi olarak 47.000,00 TL tutarında ödemede bulunulduğu ve bu tutar haricinde davacı tarafa sürekli iş göremezlik yönünden yapılan bir ödemenin olmadığı, yine dava dışı SGK tarafından 2013 yılı çeşitli tarihlerde geçici iş göremezlik yönünden ödemelerde bulunulduğu, geçici iş göremezlik yönünden aktüer bilirkişisi raporuna yönelik yukarıdaki açıklamaları tekrarla her ne kadar aksi belirtilmiş ise de, davacıya yapılan ödeme tutarlarının tarihleri göz önüne alındığında bu tutarın hesaplama tarihi itibariyle güncellenmesi neticesi esasen davacıya eksik ödenen bir tutar olmadığı, davalı taraf sorumluluk limitinin 250.000,00 TL olduğu, her ne kadar davacının bu kazadan kaynaklı sürekli iş göremezlik tazminat tutarının 401.772,25 TL olduğu anlaşılmakta ise de belirtilen sorumluluk limiti üzerinden davalı sigorta şirketinin 2918 sayılı yasanın 91. maddesi gereği sorumlu olacağı ve bu nedenle sürekli iş göremezlik yönünden yapılan ödemenin mahsubu ile davalının bakiye sorumluluk limitinin 203.000,00 TL olarak hesaplandığı ve ancak davacının söz konusu kaza sırasında hatır için taşındığı ve dolayısı ile hükmedilecek tazminattan %20 oranda resen hatır taşıması indirimi yapılması gerektiği anlaşılarak davacının davalıdan talep edebileceği sürekli iş göremezlik bedelinin 162.400,00 TL olarak hesap ve takdir edildiği ve yine ancak geçici iş göremezlik zararının davadan evvel karşılandığı gerekçesiyle, davanın kısmen kabulü ile 08.10.2013 tarihinde gerçekleşen trafik kazasından kaynaklı davacı tarafın hatır için taşındığı kanaati ile hesaplanan tutarda %20 oranda hatır taşıması indirimi yapılmak suretiyle 162.400,00 TL sürekli iş göremezlik tazminatının davalının temerrüt tarihi olarak takdir edilen 12.03.2022 tarihinde itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan alınarak davacıya verilmesine, geçici iş göremezlik tazminat talebinin reddine karar verilmiştir.

Karara karşı taraf vekilleri tarafından istinaf yoluna başvurulmuştur.

İSTİNAF NEDENLERİ : 

Davacı vekili, davalı sigorta şirketinin davaya süresinde cevap vermediğini ve alınan maluliyet raporuna süresinde itiraz etmediğini, dava dilekçesindeki hususlar dışında beyan edilen davalı şirket iddialarının değerlendirilmeye alınmasının, davadaki iddiaların ve savunmaların kanuna aykırı olarak genişletilmesi olacağını, hatır taşıması indirimi yapılmasını kabul etmediklerini, dosyada bunu destekler herhangi bir şey olmadığını, kabul anlamına gelmemekle birlikte, bir an için hatır taşımasının varlığı ve hesap edilmesi gerektiği düşünülse dahi, 24 Ocak 2022 tarihli hesap bilirkişi raporunda da belirtildiği üzere, davacının toplam tazminat alacağının 401.772,25 TL olarak hesap edildiğini, sigorta şirketi bu tazminatın bakiye teminat limiti olan 203.000,00 TL'si ile mesul olacağından, indirimin 203.000,00TL üzerinden değil, toplam tazminat alacağı olan 401.772,25 TL üzerinden yapılması gerekeceğini, indirimin 203.000,00TL üzerinden yapılmasının hatalı olduğunu, hatır taşıması indirimi uygulanmış olsa dahi, davanın tamamının kabul edilmesi gerekirken, kısmen kabul kısmen red yönünde karar tesis edilmesinin yerinde olmadığını, maddi tazminata işletilecek olan faizin başlangıç tarihinin hatalı belirlendiğini, başvuru evraklarının 02.03.2020 tarihinde sigorta şirketince teslim alındığını, kabul anlamına gelmemekle birlikte, şayet başvuru tarihi kabul edilmese dahi, dava tarihi olan 30.12.2020 tarihinden itibaren faiz işletilmesi gerektiğini, kararda faizin başlangıç tarihinin sehven 12.03.2022 olarak yazılmış olduğu kanaatinde olduklarını, davacıya verilmesi gereken maddi tazminata işletilecek faiz başlangıç tarihinin, 02.03.2020 tarihinden 8 iş günü sonrası olarak kabul edilmesini, talep yerinde görülmezse dava tarihinin esas alınmasını istediklerini, faiz başlangıcı yönünden taraflarınca mahkemeye sunulan ıslah dilekçesi esas alındıysa, bu hususun yine taraflarınca kabul edilemeyeceğini, faiz başlangıç tarihi olarak davanın ıslah edildiği tarihin esas alınamayacağını istinaf nedenleri olarak ileri sürmekle kararın kaldırılmasını istemiştir.

Davalı vekili, davalı şirket tarafından 24.09.2014 tarihinde 47.000,00 TL ödeme yapılarak sorumluluğun yerine getirildiğini, KTK md.111 gereği ibranamenin iptalinin yalnızca ödeme tarihinden itibaren iki yıl içerisinde talep edilebileceğini, iki yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğunu, davanın işbu hak düşürücü süre nedeniyle reddine karar verilmesi gerektiğini, maluliyet oranının olması gerekenin çok üzerinde tespit edildiğini, davacının kaza tarihinden bu yana iyileşme durumunun dikkate alınmadığını, maluliyet oranı tespit edilirken hiçbir tedavi evrakının incelenmediğini, diğer yandan tespit edilmesi gereken hususun maluliyetin kaza ile illiyeti bulunup bulunmaması olduğunu, bilirkişi raporunda bu hususa değinilmediğini, artan maluliyeti gösterir güncel tedavi evraklarının dosyaya sunulmadığını, bilirkişi tarafından TRH 2010 %1,8 hesap tablosuyla hesaplamanın yapılması gerekirken TRH 2010 prograsif rant hesap tablosunun kullanıldığını, trafik poliçesinin bir sözleşme niteliğinde olup, özel hukuk hükümlerine tabi olduğunu, davalı şirketin sigorta ettiren ile akdettiği işbu sözleşme çerçevesinde ödenen prim karşılığında %1,8 teknik faiz ile hesaplanacak zarar tutarı üzerinden sorumluluğunu üstlenmeyi taahhüt ettiğini, bilirkişinin işbu sözleşmeye aykırı olarak sözleşmesel sorumluluklarını genişletmesinin hatalı olduğunu, bilirkişi raporunda, davaya konu kaza neticesinde davalı şirket tarafından yapılan ödemenin güncellenmiş halinin hesaplanan tazminattan düşülmesi gerekirken, belirtilen ödeme güncellenerek düşülmeden yapılan tazminat hesabına itiraz ettiklerini, geçici iş göremezlik ve geçici bakıcı gideri tazminatının teminat dışı olduğunu, davayı kabul anlamına gelmemekle birlikte, kaza tarihinden faiz taleplerinin reddi gerektiğini, KTK ilgili hükümleri ve ZMM Genel Şartları gereği, sigorta şirketinin temerrüdünün, hesaba esas tüm belgelerle başvuru tarihinden 8 iş günü geçmekle mümkün olacağını, dava öncesi davalı şirkete bir başvuru olmadığından hesap raporunun tebliğinden itibaren faiz işletilmesini talep ettiklerini, ıslah edilen kısma ise öncelikle zamanaşımı mevcut olduğundan reddini, aksi halde ise ıslah tarihinden faize hükmedilmesini talep ettiklerini belirterek kararın kaldırılmasını istemiştir.

GEREKÇE :

Dava, 08.10.2013 tarihinde meydana gelen trafik kazasına dayalı olarak maddi tazminat istemine ilişkin olup, ilk derece mahkemesince yukarıda yazılı gerekçeyle davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.

Dairemizce HMK'nın 355. maddesi uyarınca istinaf nedenleriyle ve resen kamu düzenine ilişkin sebeplerle sınırlı olarak istinaf incelemesi yapılmıştır.

Davacının hatır taşımasına yönelik istinaf nedeninin incelenmesinde; hatır taşıması bir kimseyi ücretsiz olarak ve bir karşılık almadan ve bir yararı bulunmadan taşıma halidir. Yani hatır için taşımada taşımanın karşılıksız olması veya alınan karşılığın önemsiz olması gerekir. Taşıma, işletenin veya sürücünün değil taşınanın yararına olmalıdır. Hatır taşıması savunması defi niteliğinde olup, süresinde verilecek cevap dilekçesi ile ileri sürülmelidir. Hatır taşıması, sigorta teminatı kapsamında ise de, hatır taşımaları bir menfaat karşılığı olmadığından, bu gibi taşımalarda 6098 sayılı TBK’nin 51.maddesi (818 sayılı BK. 43. maddesi) uyarınca tazminattan uygun bir indirim yapılması, gerek öğretide gerekse Yargıtay İçtihatlarında benimsenmiş ve yerleşmiştir. Hatır taşımasının varlığı halinde ancak hatırı taşıması yapan lehine tazminattan indirim söz konusu olabilir. ( Yargıtay 17. HD'nin 01/12/2020 tarih ve 2019/3044 E. 2020/7926 K. Sayılı ilamı) Somut olayda, davalı tarafın kendisine usulüne uygun tebligat yapılmasına karşın, açılan davada cevap dilekçesi sunmadığı, bu bağlamda hatır taşıması def'ini ileri sürmediği görülmekle mahkemece hükmedilen tazminattan hatır taşımasına yönelik indirim yapılması isabetli olmamıştır. Davacı vekilinin istinaf istemi bu nedenle yerindedir.

Davalı vekilinin zamanaşımına yönelik istinaf nedeninin incelenmesinde; Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun yerleşik kararlarında belirtildiği üzere, bedensel bütünlüğün zarar gördüğü ve tedavinin uzunca bir süreye yayıldığı durumlarda, oluşan zararın miktarı tıbbi bakım ve tedavi sonucunda düzenlenen hekim raporuyla belirli bir açıklığa kavuşmaktadır. Gelişen bir durumun bulunduğu, zararın niteliği ve kapsamının bu nedenle sonradan öğrenildiği hallerde zamanaşımı zararın kesin miktarının öğrenildiği tarihten başlayacaktır. (Yargıtay HGK 21.03.2001 gün ve 2001/4-258 E., 2001/276 K.; 05.06.2002 gün ve 2002/4-470 E., 2002/477 K.; 15.05.2015 gün ve 2013/21-2035 E., 2015/1345 K. ve 01.03.2017 gün ve 2014/21-2372 E., 2017/379 K. Sayılı ilamları). Davacının maluliyeti ile ilgili sonradan gelişen durum nedeniyle (Çanakkale 18 Mart Üniversitesinden alınan 15.09.2020 tarihli sağlık kurulu raporu) davalı vekilinin zamanaşımına yönelik istinaf nedeni yerinde değildir.

Dosyada alınan Çanakkale On Sekiz Mart Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Ana Bilim Dalı tarafından tanzim edilen 16.09.2021 tarihli heyet raporunda, davacının 08.10.2013 tarihinde geçirdiği trafik kazası ile ilgili tüm adli travmatolojik veriler, 03.08.2013 tarihli ve 28727 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan “Maluliyet Tespiti İşlemleri Yönetmeliği” ve 11.10.2008 tarihli 27021 sayılı Resmi Gazete'de yayınlanan “Çalışma Gücü ve Meslekte Kazanma Gücü Kaybı Oranı Tespit İşlemleri Yönetmeliği” ve eklerinde belirtilen cetveller/hükümlere göre, olay tarihinde geçerli bulunan yönetmelik hükümleri dikkate alınmak suretiyle verilen raporda, kişinin vücudunda meydana gelen ve trafik kazasıyla nedensellik bağı olan arızası nedeniyle; olay tarihindeki yaşına göre meslekte kazanma gücünün azalma (sürekli iş göremezlik) oranı %26, sekelin 2021 yılı itibariyle sürekli işgöremezlik oranının %28,2 olduğu, geçirdiği trafik kazasından sonra oluşan arızaları nedeniyle, kişinin 1 ay (30 gün) süre ile geçici bakıcıya ihtiyacı olduğu ve bu dönemde %100 malul sayılacağı, sürekli bakıma muhtaç olmadığı yönündeki maluliyet raporunun ve bu rapor esas alınmak suretiyle yapılan aktüerya hesabının yerinde olduğu, söz konusu raporda davacıdaki yaralanmanın boyut ve kapsamı incelenmek suretiyle illiyet bağının mevcudiyetinin bulunduğuna yönelik tespitler karşısında alınan bilirkişi raporlarının yeterli ve hüküm kurmaya elverişli mahiyette olduğu görülmekle davalı vekilinin bu hususlara ilişkin istinaf nedenleri de yerinde görülmemiştir.

Anayasa Mahkemesi'nin 17.07.2020 tarih- 2019/40-2020/40 sayılı kararı ile; KTK'nun 90. maddesindeki "bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda öngörülen usul ve esaslara tabidir" bölümündeki "bu Kanun çerçevesinde hazırlanan genel şartlarda" ibaresinin Anayasa'ya aykırı olduğu gerekçesiyle iptaline karar verilmiştir. Bu nedenle; tazminat hesabında, yeni ZMSS Genel Şartları ekindeki cetvellerin kullanılması mümkün olmadığından ve %1,8 teknik faiz uygulaması da anılan cetvellerle getirildiğinden artık uygulanamaz. (Yargıtay 4. HD 22.06.2021 tarih 2021/3089 E, 2021/3441 K. sayılı ilamı).

Hak sahiplerinin bakiye ömürleri daha önceki yıllarda 1931 tarihli PMF cetvellerine göre saptanmakta ise de gerçek zarar hesabı özü itibariyle varsayımlara dayalı bir hesap olup, gerçeğe en yakın verilerin kullanılması esastır. Bu nedenle TRH 2010 yaşam tablosuna göre bakiye ömür sürelerinin belirlenmesi güncel veriler ve ülkemiz gerçeklerine daha uygun olduğundan tazminat hesaplamasında TRH 2010 yaşam yönteminin kullanılması gerekir. (Yargıtay 4. HD 03.01.2022 tarih ve 2021/9412 E - 2022/3622 K., 17. HD 23.03.2021 tarih ve 2020/6173 E. - 2021/3121 K.) İlk derece mahkemesince hükme esas alınan bilirkişi raporunda TRH 2010 yaşam tablosu ve progresif rant yöntemi kullanılarak tazminat miktarları belirlendiğinden, davalı vekilinin bu yöndeki istinaf sebeplerinin reddi gerekmiştir.

Öte yandan alınan hesap bilirkişisi raporunda, davacının evvelce tespit edilen %10 maluliyetine karşılık gelen zararını muhtemel yaşam süresi sonuna kadar 2014 yılında tahsil etmiş olduğundan ve iki yıllık hak düşürücü süre zarfında bu ödemeye itiraz etmemiş bulunduğundan artan maluliyet oranı için artan dönemden itibaren hesaplama yapılarak 47.000,00 TL'lik ilk ödemenin tespit edilen zarardan düşülmeyerek taleple bağlılığa nazaran yapılan aktüerya hesabında herhangi bir usul ve yasaya aykırılık görülmemiştir.

Yargıtay'ın yerleşmiş içtihatlarında belirtildiği üzere geçici iş göremezlik zararı KTK'nın 98. maddesi kapsamında SGK'nın sorumlu olduğu tedavi giderleri arasında sayılamayacağından davalı sigorta şirketinin geçici iş göremezlik tazminatından zorunlu mali mesuliyet sigorta poliçesi teminatı kapsamında sorumlu olması nedeniyle davalı sigorta şirketi vekilinin bu yöndeki istinaf itirazının da reddi gerekmiştir.

2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu'nun 97. maddesi ile zorunlu mali sorumluk sigortasından faydalanmak isteyen hak sahiplerinin dava yoluna gitmeden önce sigortacıya yazılı başvuru yapması gerektiği düzenlenmiş olmakla birlikte, bu başvuru yapılmadan dava yoluna gidilmesi hali dahi HMK'nın 115/2. maddesi gereği tamamlanabilir dava şartı olduğuna göre, başvurunun yapıldığı, ancak eksik ya da usule uygun olmayan belge ile başvurulduğu savunmasının olduğu durumlarda usule uygun olmadığı savunulan belgedeki eksiklik de yargılama aşamasında tamamlanabilecektir. (Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin 2021/3042 E.- 2021/1562 K. sayılı içtihatı). Davacının davalı sigorta şirketine 02.03.2020 tarihinde başvuruda bulunduğu anlaşılmakla, başvuru tarihine 8 iş günü ilave edilmek suretiyle bulunan temerrüt tarihinin 12.03.2020 tarihine tekabül etmesine karşın, mahkemece belirlenen temerrüt tarihinin isabetli olmadığı görülmekle davacı vekilinin faiz başlangıç tarihine ilişkin istinaf nedeni yerindedir. Davalı vekilinin ise hesap raporunun tebliğinden itibaren faiz işletilmesi gerektiğine yönelik istinaf sebebi isabetli bulunmamıştır.

Bu durumda, yeniden yargılama yapılmasına ihtiyaç duyulmadığından Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca istinaf başvurusunun kabulü ile ilk derece mahkemesi kararı kaldırılarak yeniden esas hakkında karar verilmesi gerekmiştir.

HÜKÜM : 

Yukarıda açıklanan nedenlerle;

Davacı vekilinin istinaf başvurusunun KABULÜ, davalı vekilinin ise istinaf başvurusunun KISMEN KABULÜ ile İzmir 3.Asliye Ticaret Mahkemesinin 14.04.2022 tarih 2020/786 E. - 2022/315 K. sayılı kararının Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 353/1-b-2 maddesi uyarınca KALDIRILMASINA,

Kaldırılan kararın yerine geçmek üzere yeniden hüküm tesisi ile;

Davanın KISMEN KABULÜ ile, davaya konu 203.000,00 TL sürekli iş göremezlik tazminatının temerrüt tarihi olan 12.03.2020 tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya verilmesine,

Davanın geçici iş göremezlik istemi yönünden REDDİNE,

492 Sayılı Harçlar Kanunu gereğince alınması gereken 13.866,93 TL'den peşin alınan 54,40 TL ve ıslah ile alınan 695,00 TL'nin mahsubu ile bakiye 13.117,53 TL harcın davalıdan alınarak hazineye gelir kaydına,

Davacı tarafından yatırılan gider avansından kullanılan 1.658,88 TL (tebligat ücreti, posta masrafı ve bilirkişi ücretinden oluşan) yargılama gideri ile davacı tarafından maluliyet raporu tanzimi için ödene fatura bedeli olan 4.248,00 TL'den oluşan toplam 5.906,88 TL'nin ret kabul oranına göre hesaplanan 5.895,21 TL'si ile 803,80 TL (54,40 TL peşin harç ile 54,40 TL başvuru ve 695,00 TL ıslah harcı) harç tutar toplamından oluşmak üzere toplam 6.699,01 TL'nin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye yargılama giderinin davacı üzerinde bırakılmasına,

Davacı tarafından yatırılan gider avansından arta kalan 491,12 TL'nin 6100 sayılı HMK'nın gider avans tarifesinin 5. maddesi gereğince davacı tarafa iadesine,

Davacı sürekli iş göremezlik yönünden kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihindeki A.A.Ü.T. gereğince hesaplanan 32.450,00 TL vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine,

Davalı geçici iş göremezlik yönünden kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden hüküm tarihindeki A.A.Ü.T. gereğince hesaplanan 401,57 TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine,

Dava açmadan evvel dava şartı kapsamında başvurunun yapıldığı sabit olduğundan 1.320,00 TL arabuluculuk ücretinin Hazine tarafından ilgili arabulucu ...'a ödenmesi halinde, bu ücretin 6831 sayılı Kanun kapsamında davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydına, bu hususta Hazineye müzekkere yazılmasına,

İstinaf yoluna başvuranlar tarafından yatırılan istinaf karar harçlarının istek halinde kendilerine iadesine,

İstinaf başvurusu nedeniyle davacı tarafından yapılan 32,50 TL posta masrafı, 220,70 TL başvurma harcı olmak üzere toplam 253,20 TL istinaf yargılama giderinin 252,69 TL'sinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye masrafın davacı üzerinde bırakılmasına,

İstinaf başvurusu nedeniyle davalı tarafından yapılan 220,70 TL başvurma harcından oluşan istinaf yargılama giderinin 2,64 TL'sinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, bakiye masrafın davalı üzerinde bırakılmasına,

Dosya üzerinden yapılan inceleme neticesinde, HMK'nın 362/1-a maddesi uyarınca miktar itibariyle kesin olmak üzere 18.09.2024 tarihinde oy birliğiyle karar verildi.